Tekinsiz bir masal: Hoffmann’ın Üstat Pire’si

Tekinsiz bir masal: Hoffmann’ın Üstat Pire’si

Hoffmann’ın Üstat Pire’si ötekinin düşüncelerini bilme ihtimalinin yarattığı tekinsiz arzuyla beraber önemli bir ayrıma da işaret eder

Freud’un kimi yerlerde eserlerine atıfta bulunması nedeniyle psikanalitik “kültür”ün bir parçası olarak kabul edilebilecek yazar E.T.A. Hoffmann’ın Üstat Pire isimli masalı Mart ayı içinde Bilge Uğurlar ve Türkis Noyan çevirisiyle yayımlandı. 2019 yılında bir Hoffmann çevirisinin okurla buluşmuş olması bir yandan da hoş bir tesadüfe vesile oluyor: Zira bu yıl Freud’un “Tekinsiz” isimli metni de 100 yaşına giriyor. Freud 1919’da, tekinsizliği tanımlar ve araştırırken Hoffmann’ın eserlerinden yararlanır ve onu edebiyatta tekinsizin rakipsiz ustası olarak ilan eder. Gerçek ile düşlemin iç içe geçmesi, ikizlik, ötekinin insan ya da otomat olması, cezalandırılma gibi meselelerin tekinsizlikle ilişkisini kurarken tekrar tekrar Hoffmann’a döner. Freud’un Hoffmann’la karşılaşması bilinçdışının bilgisine önemli bir katkıda bulunmuştu: “Tekinsiz”, psikanalistler kadar hem sanatçıların hem de sanat eleştirmenlerinin sıklıkla yararlandığı bir metin ve kavram olarak karşımıza çıkmaya devam ediyor.

Bilim, büyü ve tekinsiz

Freud’a (1933) göre uygar insanın en önemli özelliklerinden biri animistik düşünceyi, yani insanın doğayla doğrudan ilişki hâlinde olduğu varsayımını aşmış olmasıdır (s. 164-174). Ancak der, Freud, ruhsal bir unsur bir kere ifade edildi mi geriye dönüş çok zordur (agy., s. 165), dolayısıyla animistik düşünceye geri dönme eğilimi de bir o kadar güçlüdür ve batıl inanç gibi eylemlerde belirir. Tekinsizliği araştırırken animistik düşünceye geri dönmeyi tekrar tekrar ele alır. Masallarda korkutucu ve ürkütücü birçok olay gerçekleşebilir; ancak masal dünyasında animistik düşünce geçerli olduğu için böylesi olaylar hiçbir tekinsizlik yaratmaz (Freud, 1919). Ancak, gerçek dünyada ya da gerçekliğe dayanan kurgusal evrende animistik düşünceyi çağrıştıran bir unsur belirdi mi, der Freud, tekinsizlik hissi ortaya çıkar.

Freud’a göre animistik düşüncenin en güçlü yanlarından biri düşüncelerin tümgüçlülüğüdür. İstedim oldu, şeklinde özetlenebilecek bakış açısı bir zamanlar insanların doğayla olan ilişkisinde esastı: Örneğin, toprak üzerinde cinsel ilişkinin taklit edildiği ritüelin tarımsal verimliliği sağladığı düşünülüyordu. Bilimsel düşünce ise farklı çözümler önerir: Doğayı ölçmeyi, döngüleri takip edip anlamayı, sayısallaştırmayı ve bunların sonucunda müdahale etmeyi savunur. Psikanalitik bakış açısından bilim, animistik düşünceden vazgeçip, gerçeklikle uzlaşmanın bir yoludur denebilir. Bu fikir şöyle de ifade edilebilir: Her bilim insanı, vazgeçmiş (ya da yenilmiş) bir büyücüdür.

Bu açıdan bilim, istedim oldu formülüyle özetlenebilecek düşüncelerin tümgüçlülüğün aşılmasının bir sonucudur. Ancak Hoffmann, Üstat Pire’de daha farklı bir kurgusal oyun yaparak bilim insanlarını ve mucitleri fantastik karakterlere dönüştürür. Mikroskobun mucidi Leeuwenhoek ve başka bir mikroskop yapımcısı olan Swammerdam, Prenses Gamaheh ve Diken Zeherit’in fantastik aşk hikayesinde ortaya çıkan (ve yüzyıllardır yaşayan) karakterler olurlar. Hofmann’ın bu dönüştürmesi ilginç bir noktaya işaret eder ve bilimdeki tekinsiz unsura doğru bizleri bir adım yaklaştırır.

Bilimin bir yanıyla tekinsiz olduğu, çılgın profesör temasının çeşitli kurgusal yaratılarda tekrar tekrar belirmesiyle işlenmektedir denebilir. Belki de şunu iddia etmek de mümkündür: Bilim, düşüncelerin tümgüçlülüğüne karşı bir zafer değildir yalnızca, aynı zamanda onunla bir uzlaşmadır. Bilime ve bilim insanına tekinsiz bir unsur veren de bilimsel çalışmanın bu boyutudur: Aşılmış görünen animistik düşünce, yani istedim oldu fikrine sıkı sıkıya bağlı zihinsel unsur her an geri gelebilir. Hoffmann, bilim insanlarından fantastik karakterler yaratarak tam da bu noktayı parlatır: Her bilim insanında bir büyücü var olmaya devam eder.

Bu iki nokta çatışıyor gibi görünebilir. Ancak bu çatışmayı ortadan kaldıran nokta, psikanalizin toplum ve ana akım bilim tarafından da kabul gören sayılı iddialarından biridir: Yetişkinde çocuksu devam eder.  Bilim, yalnızca gerçekliği kabul etmenin bir ödülü değildir; aynı zamanda çocuksu düşlemlerle sürekli temas halinde olmanın ve tabiri caizse onları sınamanın da bir yoludur. Bugün bilim dünyası profesyonelleşmiş görünebilir; ancak Super Science Friends’ten Full Metal Alchemist’e çeşitli animasyon serilerinde bilim insanları kaçık ve tuhaf olarak resmedilmeye devam ediyor. Gerçeklikte ise, ölümü yenmek gibi narsisistik bir düşlemi dillendiren bilim insanlarının varlığını biliyoruz (Aubrey de Grey akla gelen ilk örnek). Nihayetinde, simya bilime yenilirken bilim de simyanın yeni bir formu olarak hayal edilebiliyor diyebiliriz.

Büyünün bir formu olarak bilim meselesi açısından bir başka önemli nokta da, optik ve mercekler temasının Hoffmann tarafından tekrar tekrar ele alınmış olmasıdır. Freud, Tekinsiz’de “Kum Adam” öyküsünün Hoffmann versiyonundan yararlanıyordu. Burada başkarakter Nathaniel’in babası mercek ticaretiyle uğraşmaktadır, gözlükler ve dürbünler Nathaniel’in başına iş açıp durur. Üstat Pire’de de mercek önemli bir unsurdur; zira merceklerin iki üstadı merceklerle birbirlerine ışık yollamak suretiyle savaşırlar. Üstat Pire ise başkarakter Tyss’e karşısındakilerin düşüncesini okuyabileceği bir mercek hediye eder. Görünmeyeni görünebilir kılmasıyla mercekler Hoffmann için büyüleyici bir teknoloji olmalı.

Hoffmann’ın psikobiyografisinde mercek teması nereye oturuyor, buna cevap vermek zor ve bu yazının kapsamı dışında. Ancak “göz” ve “görme” meselesinin psikanalizde önemi ortadadır. Hakikati görünce Ödip gözlerini oyar. Kurt Adam, bebeklik çağında maruz kaldığı sahneden, yani gördüklerinden muzdariptir. Freud, Tekinsiz’de “Kum Adam”da ele alınan kör olma meselesini hadım edilme endişesiyle ilişkilendirir; ancak Freud, görmenin anlamı ve işlevinin çok boyutlu olduğunun farkındadır. Örneğin, Da Vinci’nin sanatçılığını bakma dürtüsünün desteklenmesiyle özel yeteneğinin bir birleşimi olarak değerlendirir (Freud, 1910, sf. 132).

Mikroskobun da bir seviyede takıntılarımıza katkıda bulunduğunu kolaylıkla görebiliriz: Mikroplardan ve bakterilerden kim korkmaz? Dünyayı daha yakından tanımak, belirsizliği giderek artan, dolayısıyla animistik çözümlerin işe yaramayabileceği kaygıları da yakından tanımaktır. Üstat Pire’de ise mikroskobun sağladığı imkânların yarattığı tekinsizliğe atıfta bulunurcasına bir mercekler dinamizminin söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Aşkta rakip iki mercek üstadı merceklerle düelloya tutuşur ve biraz naif yaradılışlı olan Tyss, en kritik anlarda Üstat Pire’nin olağanüstü merceğiyle çıkarcı düşmanlarına karşı kendini savunur. Doğa bilimleri ve yeni teknolojilerin atılım yaptığı bir dönemde böylesi bir mercek düşlemi, bilimin ve teknolojinin bir yandan tümgüçlü olma düşlemleriyle ilişkili olduğunu ortaya koyar.

Beynin içini göstermekle kalmayıp, bunun sonucunda düşünceleri görünür kılan bu mercek, başka bir deyişle görünmeyeni görünür kılmak, adeta günümüz psi-bilimlerinin en temel arzularından birini de yansıtmaktadır. Nöro-pazarlamadan söylem analizine birçok nörolojik ve psikolojik teknik, ötekinin ne düşündüğünü en ham hâliyle görmeye (ve şüphesiz nakde çevirmeye) çalışır. Bununla birlikte, düşüncenin elektrokimyası ne kadar çözülmüş olursa olsun, deneyim boyutu bir tür gizem olmaya ve bu gizem sayesinde bilim ile felsefe arasında tartışmalar olmaya devam ediyor. Sinirbilim, beyne ve düşünceye dair bilgimizi arttırdı; ancak deneyimin ne olduğuna dair bilgi sahibi olsak da nasıl olduğuna dair hayal etmeye ve tartışmaya devam etmemiz gerekiyor gibi görünüyor, en azından şimdilik. 

Freud’a ve Tekinsiz’e dönersek, yukarıdaki soruları psikanalize de yöneltmemiz gerekmez mi, denebilir. Şüphesiz psikanaliz de bir yanıyla zihinsel süreçleri anlama çabasıdır ve buradan bir klinik pratik üretir. Psikanalitik bakış açısı sözünü sıklıkla kullanırız ve düşünceler ve zihinler için bir mercek, bir mikroskop geliştirme çabasından bahsedilebilir elbette. Ancak, alâmetifarikası “tekrar zorlantısı” kavramı olan psikanalitik tekrar teorisi düşünceleri anlamanın yetmeyeceğini söyler. Esas mevzu, yaşayarak öğrenmektir ve Freud (1912), ta 1912’de düşman yokluğunda yok edilemez diyerek, geçmişin her zaman günceldeki tezahürlerini ele almanın önemine işaret etmiştir (s. 108).

Freud’a (1933) göre psikanaliz, her zaman bilimsel dünya görüşünün parçasıydı, ayrı bir dünya görüşü tesis etmiyordu. Gene de Freud, bilim ile büyü arasındaki geçişliliğin farkında gibidir. Metinlerinde sık sık psikanalizin sınırlarını çizmeye çalışır, psikanalitik kliniğin nevrozların ötesinde işe yarayıp yaramayacağına dair ikirciklidir, bazı dirençlerin aşılmasının çok zor olduğunu belirtir (Freud, 1937). Yakın çalışma arkadaşı ve “resmî” kabul edilebilecek Freud biyografisinin yazarı Ernest Jones (2004), Freud’un beklenenin aksine karşısındakini bir bakışta anlayan bir insan sarrafı olmadığına işaret eder (s. 518). Denebilir ki Freud insan ilişkileri söz konusu olduğunda pek de bir büyücü sayılmaz.

Hoffmann’ın Üstat Pire’si ötekinin düşüncelerini bilme ihtimalinin yarattığı tekinsiz arzuyla beraber önemli bir ayrıma da işaret eder. Üstat Pire’nin büyülü merceği, ötekini tahakküm altına alma girişimi olarak bilme ile ötekine ihtimam etme olarak düşünmeyi ayrıştıran unsurun, farkı tanıma ve saygı duyma olduğunu gösterir. Tyss kitabın sonunda sevgilisinden şüphe duyar gibi olur; ancak gerçek bir sevgi için sevgilisinin mahremine saygı duyması gerektiğini fark ederek merceği yok eder. Aşkı korumak için birlikten vazgeçmek gerekecektir.

İkiz, fark ve tekinsiz

Mercek, Üstat Pire’de farkı yok etme potansiyeline sahip olduğundan tekinsiz bir nesne olarak dolanıp durur. Fark konusu bizi Freud’un Tekinsiz’de ele aldığı bir diğer meseleye, ikiz’e getiriyor. Freud’a (1919) göre bebeksi bir kendi varlığından sonsuz memnun hâli olan birincil narsisizmde ikiz yaratmak doğaldır. Ancak, birincil narsisizmin sonlanmasıyla ikizler artık tekinsiz bir hâl alır. Freud “İkizini gören ölür” inanışını bu tekinsizliğin bir kanıtı olarak ele alır. Bununla birlikte iddia odur ki Viyanalı yazar Schnitzler ile tam da bu nedenden yüz yüze görüşmek istememiştir.

Freud, Otto Rank’ın ruh ve bedenin ikizlik hayalinin en yaygın formu olduğu iddiasına katılır. Ruh ve beden ikiliğine dair düşlemler zaman zaman tekinsiz bir hâl alsa da, genel itibariyle bu iki(z)lik için tekinsiz demek zordur. Ölümün karşısında bir cevap olarak ruhun tekinsiz hissi uyandırmaması, arkaik kaygıları yatıştıran bir unsur olarak düşünüldüğünde anlamlıdır. Freud (1915) aslında bunu daha önce açıklamıştı: Ölümsüzlük fikri bir çatışmanın çözümüdür, sevilen ötekinin ölümünde dehşet verici olan unsuru kontrol altına almak için bir çözümdür.

Üstat Pire’de de ikizlik olarak değerlendirilebilecek temalarla sıklıkla karşılaşırız. Kitabın bir ikizlik temasıyla açıldığını söyleyebiliriz. Tyss, bir Noel gecesinin sonunda Aline isimli olağanüstü güzellikte bir kadınla karşılaşır ve ona yardım etmek üzere evine götürür. Bir tür anne ikamesi hâline gelmiş ve çirkin olarak tanımlanan hizmetçisinin de adı Aline’dir. Bu benzerlik Tyss’in başını döndürür ve bütün masal bu Aline’in kim olduğu üzerine kurulacaktır. Bu örnekte, hizmetçi Aline’in varlığı sayesinde unutulmuş ve bastırılmış heyecan verici anne figürü, güzel Aline aracılığıyla geri dönmüştür. Bu heyecan, Tyss’in dünyasını alt üst edecektir. Kitabın başında tanık olduğumuz bitmeyen çocukluk sahnesi artık Tyss için geçerli olmayacak ve Tyss sanki tümgüçlü sahnesi çöktüğünde bir sanrıyla karşı karşıya kalmayı andırırcasına kendini bir masalın içinde bulacaktır.

Masalın devamında ise güncel dünyaya ait olan bütün karakterler aslında Prenses Gamaheh ve Diken Zeherit’in aşkında yer alan figürler olduğunu öğreniriz. Bunlar, tam da Freud’un ve Rank’in tekinsiz perspektifine uygun olarak, tümgüçlü figürlerin güncel dünyaya uyum sağlamış ikizleri olarak düşünülebilir. Söz konusu bu karakterler olduğunda tekinsizlik en başından beri oradadır: Bütün bu karakterler güncel dünya için fazla ilginçtir, tuhaftır. Dortje’nin ismi gariptir ve güzelliğinde lanetli bir büyüleyicilik vardır. Swammer ise toplumdan izole tuhaf bir figürdür. Leeuwenhoek pire eğitmenliği gibi garip bir iş yapar. Masal boyunca neredeyse her güncel figürün altından bir fantastik ikiz fırlayacaktır – ki başkarakter Tyss de buna dahildir.

Masal, farklı ikizlerin oluşması açısından da ilginçtir. Tyss ile Pepusch bir ikiz oluşturur – Tyss’e karşı kötü niyeti olmayan tek akranı Pepusch’tur.  Zaten olayların merkezinde yer alan Tyss olsa da Hoffmann kitabın adının altbaşlığı olarak “İki arkadaşın başından geçen yedi macera” demeyi uygun görmüştür. Şüphesiz güvenli evreninden çıkan Tyss’in Pepusch’la ikizliği andıran bir ilişki kurması anlaşılırdır; ancak Pepusch’la ilişkisi inişli çıkışlı olacaktır. Üstat Pire’nin merceğinin de Tyss’e herkesin ikizi olabilme gücünü verdiğini söyleyebiliriz.  Loewenhoek ile Swammer da başka bir ikiz gibidir – merceğin bu iki üstadı masal boyunca aynı kadın için çekişip durur. Diyebiliriz ki, masal kendinden bir kopya yaratabilme arzusu ile bu kopya tarafından ele geçirilme endişesini farklı noktalarda tekrar tekrar el alır.

Bu açıdan Tyss masal süresince ikizlikten ve dolayısıyla birincil narsisizmden vazgeçmeyi öğrenir. Önce kendi çocuksu tarafından vazgeçmesi gerekecektir, ki bu çocuksu taraf da başka bir ikiz olarak düşünülebilir. Arkadaşı Pepusch’tan vazgeçmesi gerekecektir; zira o başka bir kadına aittir. Merceğin sağladığı tümgüçlülükten vazgeçmesiyle de işler yoluna girer, çocuksu hazların sürekli tekrarı yerine sorumluluğun olduğu bir evrene geçmiştir. İşin ilginci, burada artık Üstat Pire’nin de tekinsiz özelliğini yitirip iyi ve koruyucu periye dönüşmesidir. Masal bir yandan da şunu vurgulamakta gibidir: Sanrısaldan gerçekçiliğe geçişle birlikte animistik figürler de tekinsizliğini yitirir.

Bitirirken

Karşınızdakinin zihnini okuyabilmek – bundan daha büyük bir hayal, daha büyük bir kudret var mı? Ancak tam da bu yüzden bu fikir korkutucu- yalnızca zihni okunan için değil okuyan için de- çünkü böylesi bir kudretin olduğu yerde, artık fark yok, artık düşünce yok, artık tanıma yok, artık salt yalnızlık var.

Ölümsüz olabilmek, çağları aşabilmek, nenelerin beşiğini tıngır mıngır sallayabilmek, yani sonsuz olmak – işte bir zamanların gerçekliği olan bir diğer büyük arzu da budur diyebiliriz. İkiz, sonsuz olmaya atıfta bulunmaktaysa eğer, her geri döndüğünde de sınırı akla getirecektir: Teksin, ölümlüsün, sınırlısın. Tam da bu yüzden ikizler rahat vermez ve bir gölge boksu sürer gider.

Üstat Pire, bu anlamda farkın ve sınırın tanınmasının masalıdır, diyebiliriz. Fark ve sınırla olan ilişkimiz de teknolojiyle güncellendiğinden Üstat Pire de güncelliğini koruyor. Hatta bir form olarak masallar, gerçekliğin karmaşasında görünmez kılınmaya çalışılan düşlemleri parlattığı için daha da güncelleşiyor. Hoffmann ve Freud işte tam burada buluşuyor diyebiliriz, insan eylemlerinde unutulsa da hep orada olup akışı sessizce belirleyen çocuksu ve düşlemsel olanın peşinde iki isim olarak hatırlatmaya devam ediyorlar.

barış özgen şensoy

BARIŞ ÖZGEN ŞENSOY
T24

“Külhanlarda, sarnıçlarda yatanlar!”

Ekim 21, 2016

Stefan Themerson’ı okumak

Ekim 21, 2016

Bir yanıt yazın